Welcome
Login:   Pass:     Register - Forgot Password - Resend Activation

Turkish Class Forums / Turkish Poetry and Literature

Turkish Poetry and Literature

Add reply to this discussion
Moderators: libralady, sonunda
Küçük Prens/ Little Prince
(25 Messages in 3 pages - View all)
1 2 3
1.       nautilis
0 posts
 17 Mar 2007 Sat 02:52 am

i m starting the translation of one of the most touching stories of the world litreture. i suggest to translate one paragraph for each candidate, hope we will enjoy it...

16. BÖLÜM


Yedinci gezegen Dünyaydı. Dünya öyle sıradan bir gezegen değildir. Orada yüz bir tane kral, yedi bin tane coğrafyacı, dokuz yüz bin iş adamı, yedi buçuk milyon ayyaş, üç yüz on bir milyon kendini beğenmiş vardır. Bir başka deyişle, yaklaşık iki bin milyon tane yetişkin.


Dünyanın büyüklüğü hakkında size bir fikir vermek için şunu söyleyebilirim: elektriğin icadından önce dünyadaki kara parçalarını aydınlatabilmek için, tam dört yüz altmış iki bin beş yüz on bir lamba yakıcısına gerek vardı. Bu ordunun görüntüsü müthişti. Tıpkı bir bale grubu gibi hareket ediyorlardı. Sahneye önce Yeni Zelanda’nın ve Avustralya kıtasının lamba yakıcıları çıkardı. Lambalarını yakar, sonra da uyumaya giderlerdi. Ardından Çinli ve Sibiryalı lamba yakıcılar gelirdi. Onlar da lambalarını yakıp sahneden çekilince, sıra Rusya’nın ve Hindistan’ın lamba yakıcılarındaydı. Afrikalı ve Avrupalıların ardından Güney Amerikalılar, son olarak da Kuzey Amerikalılar gelirdi sahneye. Bu sıra asla değişmezdi. Hiç hata olmazdı. Muhteşem bir gösteriydi bu. Sadece Kuzey ve Güney kutbunda bulunan iki lamba yakıcısı tembelliğin tadını çıkarabiliyordu, çünkü yılda yalnızca iki kez çalışıyorlardı.

2.       nautilis
0 posts
 17 Mar 2007 Sat 02:56 am

16th part
The 7th planet was earth. Earth is not an ordinary planet. There are 101 king, 7000 geographer, 900000 bussinessman, 7,5 million drunk,311 million arrogant. in an other word, about 2000 million adults.

to give you an idea about the size of Earth, i can tell you this: before the invention of electricty, to enlighten all of the lands on Earth, exactly 462511 street lighter were needed, the appereance of this army was amazing. they were moving like a balet dancer group. first, the lamp lighters of Australia and New Zelland continents appeared on the stage. They used to light their lamps and go to sleep. Afterwards Chinese and Sibirian lamp lighters came, when they lit their lamps and disappear from the stage, the turn was the Russian and Indian lamp lighters'.After the Africans and the Europians, The South Americans and lastly the North Americans used to appear on the stage. This order had never been changed. There was no mistake. It was a splendid show.Only the two lamp lighter living on the South and North Poles could be lazy,because they were working only twice a year.

3.       nautilis
0 posts
 17 Mar 2007 Sat 03:13 am

17. BÖLÜM

İnsan komik olmak istediğinde bazen yalan söylemek zorunda kalıyor. Lamba yakıcıları konusunda anlattıklarım pek de doğru değildi. Gezegenimiz hakkında yanlış bilgi vermek istemem. Aslında insanlar Dünyada pek az yer işgal ederler. Dünyadaki tüm insanlar bir araya gelse, otuz kilometre uzunluğunda ve otuz kilometre genişliğindeki bir alana kolayca sığabilirler. Yani Pasifik Okyanusundaki küçücük bir ada, bütün insanları kolaylıkla içine alabilir.

Ama elbette ki büyükler buna inanmazlar. Kendilerinin çok yer kapladığını düşÃ¼nürler. Kendilerini baobap ağaçları kadar önemli sanırlar. Onlara: “ İsterseniz kendiniz hesaplayın” deseniz, buna memnun olurlar. Hemen bir şema çizmeye koyulurlar. Şemalara bayılırlar. Ama siz vaktinizi bu sıkıcı işlerle boşa harcamayın. Ben sizin bana inandığınızı biliyorum. Evet, biz yine küçük prensimizin hikayesine dönelim. Küçük prens Dünyaya ayak bastığında, hiç kimseyi göremedi. Kumların üzerinde hareket eden uçuk sarı renkli yaratığı görünce yanlış yere geldiğini zannetti.

“İyi akşamlar” dedi kibarca.

“İyi akşamlar” diye yanıtladı yılan.

“Hangi gezegendeyim acaba?”

“Dünyadasın. Burası Afrika kıtası.”

“O halde Dünyada hiç insan yok.”

“Burası çöl,” dedi yılan “çöllerde insan olmaz. Dünya çok büyük bir gezegendir.”

Küçük prens bir taşın üstüne oturdu ve gözlerini gökyüzüne çevirdi.

“Merak ediyorum” dedi, “acaba yıldızlar tek tek yansaydı, o zaman herkes kendi gezegenini tekrar bulur muydu? Bak! Benim gezegenim tam üstümüzde. Ama öyle uzakta ki!”

“Ne kadar güzel bir gezegen” dedi yılan. “Neden buraya geldin?”

“Bir çiçekle bazı sorunlarım oldu” diye yanıtladı küçük prens. “Peki insanlar nerede? İnsan kendisini çölde çok yalnız hissediyor.

“İnsanların içinde de öyle hissedersin” dedi yılan, “arada pek fark yoktur.”

Küçük prens onu uzun uzun seyretti.

“Çok tuhaf bir hayvansın sen” dedi sonunda. “Bir parmak kadar incesin.”

“Ama en bir kralın parmağından daha güçlüyümdür” dedi yolan.

Küçük prens güldü. “Pek de güçlü görünmüyorsun. Pençelerin bile yok. Seyahat de edemezsin.”

“Seni bir geminin götürebileceğinden çok daha uzaklara götürebilirim” dedi yolan. Sonra da küçük prensin ayak bileğine dolandı. Altın bir bilezik gibi görünüyordu orada.



“Dokunduğum kişiyi geldiği yere geri gönderirim. Ama sen safsın, masumsun ve bir yıldızdan geliyorsun.”

Küçük prens bir şey söylemedi.

“Senin için üzüldüm. Bu koca dünyada yapayalnız ve zayıfsın. Belki bir gün sana yardım edebilirim. Eğer kendi gezegenine gitmeyi çok istersen, sana yardım edebileceğimi sanıyorum.”

“Seni çok yi anladım” dedi küçük prens. “Ama neden hep bilmece gibi konuşuyorsun?”

“Bu bilmeceleri çözüyorum” dedi yılan. Sonra her ikisi de sustu.

4.       nautilis
0 posts
 17 Mar 2007 Sat 03:13 am

18. BÖLÜM

Küçük prens çölde yürüdüğü süre içinde sadece tek bir çiçekle karşılaştı. Bu çiçeğin taç yaprakları çık azdı. Önemsiz bir çiçekti bu.

“Günaydın” dedi küçük prens.

“Günaydın” diye yanıtladı çiçek.

“İnsanlar nerede?” diye sordu küçük prens kibarca.

Bu çiçek insanları ömründe sadece bir kez görmüştü. O da, çölden bir kervanın içindeki insanlardı.

“İnsanlar mı? İnsanlarla yıllar önce karşılaşmıştım. Yedi-sekiz taneydiler. Ama onların nerede olduklarını kimse bilemez. Rüzgarla birlikte dolaşır dururlar. Kökleri yoktur insanların. Bu yüzden de bir yere bağlanamazlar.”

“HoşÃ§a kal” dedi küçük prens.

“HoşÃ§a kal” dedi çiçek.

5.       pap
117 posts
 17 Mar 2007 Sat 03:37 am

Bölüm 19

Daha sonra küçük prens yüksek bir dağa tırmandı. Kendi volkanlarından başka dağ görmemişti; onlar da yalnızca dizlerine kadar geliyordu. Sönmüş olan volkanını tabure olarak kullanıyordu. Kendi kendine, "Bu kadar yüksek bir dağın tepesinden herhalde bütün gezegeni, bütün insanları görürüm..." dedi.
Ama uçları iğne gibi sipsivri kayalardan başka bir şey göremedi.

"Günaydın," dedi nazikçe.
"Günaydın... Günaydın... Günaydın..." dedi yankı.
"Kimsin?" dedi küçük prens.
"Kimsin... Kimsin... Kimsin?..." dedi yankı.
"Arkadaşım olur musunuz? Yalnızım..." dedi küçük prens.
"Yalnızım... Yalnızım... Yalnızım..." dedi yankı.
"Ne tuhaf bir gezegen!" diye düşÃ¼ndü küçük prens. "Kupkuru ve sipsivri; ürkütücü ve sert. İnsanlarında da hayal gücü yok. Ne söylerseniz aynısını yineliyorlar. Benim gezegenimde bir çiçeğim vardı. Önce o söze başlardı..."

6.       pap
117 posts
 17 Mar 2007 Sat 03:38 am

Quoting pap:

Bölüm 19

Daha sonra küçük prens yüksek bir dağa tırmandı. Kendi volkanlarından başka dağ görmemişti; onlar da yalnızca dizlerine kadar geliyordu. Sönmüş olan volkanını tabure olarak kullanıyordu. Kendi kendine, "Bu kadar yüksek bir dağın tepesinden herhalde bütün gezegeni, bütün insanları görürüm..." dedi.
Ama uçları iğne gibi sipsivri kayalardan başka bir şey göremedi.

"Günaydın," dedi nazikçe.
"Günaydın... Günaydın... Günaydın..." dedi yankı.
"Kimsin?" dedi küçük prens.
"Kimsin... Kimsin... Kimsin?..." dedi yankı.
"Arkadaşım olur musunuz? Yalnızım..." dedi küçük prens.
"Yalnızım... Yalnızım... Yalnızım..." dedi yankı.
"Ne tuhaf bir gezegen!" diye düşÃ¼ndü küçük prens. "Kupkuru ve sipsivri; ürkütücü ve sert. İnsanlarında da hayal gücü yok. Ne söylerseniz aynısını yineliyorlar. Benim gezegenimde bir çiçeğim vardı. Önce o söze başlardı..."


After that, the little prince climbed a high mountain. The only mountains he had ever known were the three volcanoes, which came up to his knees. And he used the extinct volcano as a footstool. "From a mountain as high as this one," he said to himself, "I shall be able to see the whole planet at one glance, and all the people . . ."
But he saw nothing, save peaks of rock that were sharpened like needles.
"Good morning," he said courteously.
"Good morning--Good morning--Good morning," answered the echo.
"Who are you?" said the little prince.
"Who are you--Who are you--Who are you?" answered the echo.
"Be my friends. I am all alone," he said.
"I am all alone--all alone--all alone," answered the echo.
"What a queer planet!" he thought. "It is altogether dry, and altogether pointed, and altogether harsh and forbidding. And the people have no imagination. They repeat whatever one says to them . . . On my planet I had a flower; she always was the first to speak . . ."

7.       nautilis
0 posts
 17 Mar 2007 Sat 03:43 am

20. BÖLÜM



Çölün, kayaların ve karların arasında uzun bir süre yürüyen küçük prensin karşısına sonunda bir yol çıktı. Ve bütün yollar sizi insanlara götürür.

Yol boyunca yürümeye devam etti küçük dostumuz. Karşısına bir gül bahçesi çıktı.



“Günaydın” dedi güllere. Onlar da: “ Günaydın” diye karşılık verdiler.

Küçük prens onları izledi biraz. Hepsi de kendi çiçeğine benziyordu. Şaşkınlıkla:

“Siz kimsiniz?” diye sordu.

“Biz gülleriz” diye yanıtladı çiçekler.

“Ah!” diye haykırdı küçük prens. Ve birdenbire içine büyük bir üzüntü çöktü. Kendi çiçeğinin evrendeki eşsiz bir tür olduğunu sanıyordu. Öyle demişti çiçek. Be işte burada, küçük bir bahçenin içinde, aynı çiçekten tam beş bin tane vardı!

“Eğer burada olsaydı, bana yine sitem ederdi” diye düşÃ¼ndü. “Sanki ölecekmiş gibi durmadan öksürürdü. Yalanını bu şekilde ört bas etmeye çalışırdı muhakkak. Ve ben de hastabakıcılık numarası yapardım. Aksi taktirde gerçekten de ölürdü. Altta kalmaktansa ölmeyi tercih ederdi.”

Sonra kendi kendine : “Eşsiz bir çiçeğim olduğu için kendimi zengin sanmıştım. Oysa o sıradan bir gülmüş sadece. Peki yanardağlarıma ne demeli? Boyları sadece dizlerime geliyor ve birisi sönmüş durumda. Tüm bunlar beni hiç de önemli bir prens yapmaz.

Kendini çimenlerin üstüne bıraktı ve ağlamaya başladı küçük prens.



8.       deli
5904 posts
 17 Mar 2007 Sat 03:48 am

come on ,and ????????????????????????????????????????????//

9.       nautilis
0 posts
 17 Mar 2007 Sat 03:50 am

20th part

little prince faced to a path, while he was walking between the desert, rocks and snow for a long time.

our little friend went on walking all along the path. he came to a rose garden.

he said: 'good morning' to the roses. They replied: 'good morning'. Little prince watched them for a while. All of them were resembling his flower. with confusion:
he asked: Who are you?
flowers replied: 'we are the roses.'
Little prince screamed, 'ah', and a big sorrow fell down into him. he assumed that his flower were unique in the universe. right here, in a small garden, there are just 5000 thousand one of the same flower.

he thought:'if she were here, she would reproach to me again.' she would cough continiously as if she would die. it is sure that she would try to conceal her lie from notice in this way.And i would act the nurse. otherwise she would really die, choose death for stucking beneat.'

10.       deli
5904 posts
 17 Mar 2007 Sat 03:57 am

and
what happened

11.       pap
117 posts
 17 Mar 2007 Sat 03:57 am

Küçük Prens is my favorite story, cos I can see reflected my own lıfe on ıt. But my favourıte chapter ıs the 21th.
I thınk thıs is the best story I have never read before.

12.       nautilis
0 posts
 17 Mar 2007 Sat 04:02 am

13.       deli
5904 posts
 17 Mar 2007 Sat 04:07 am

i am reading your english then looking back to your turkish, good practise for me.

is it a sad ending

14.       nautilis
0 posts
 17 Mar 2007 Sat 04:10 am

15.       pap
117 posts
 17 Mar 2007 Sat 04:12 am


bölüm 21
It was then that the fox appeared.
İşte tilki o zaman ortaya çıktı.
"Good morning," said the fox.
"Günaydın," dedi küçük prense.
"Good morning," the little prince responded politely, although when he turned around he saw nothing.
"Günaydın," dedi küçük prens nazikçe, ama kimseyi görememişti.
"I am right here," the voice said, "under the apple tree."
"Burdayım," dedi tilki. "Elma ağacının altında."

"Who are you?" asked the little prince, and added, "You are very pretty to look at."
"Kimsiniz" dedi küçük prens. Sonra da, "Çok güzel görünüyorsunuz," diye ekledi.
"I am a fox," the fox said.
"Tilkiyim ben," dedi tilki.
"Come and play with me," proposed the little prince. "I am so unhappy."
"Benimle oynar mısın?" dedi küçük prens. "Çok mutsuzum."
"I cannot play with you," the fox said. "I am not tamed."
"Hayır," dedi tilki. "Oynayamam; evcil değilim ben."
"Ah! Please excuse me," said the little prince.
"Öyle mi? Bağışla beni," dedi küçük prens.
But, after some thought, he added:
Ama bir süre düşÃ¼ndükten sonra,
"What does that mean--'tame'?"
"Evcil ne demek?" diye sordu.
"You do not live here," said the fox. "What is it that you are looking for?"
"Sen buralı değilsin," dedi tilki. "Ne arıyorsun buralarda?"
"I am looking for men," said the little prince. "What does that mean--'tame'?"
"İnsanları arıyorum," dedi küçük prens. "Evcil ne demek?"
"Men," said the fox. "They have guns, and they hunt. It is very disturbing. They also raise chickens. These are their only interests. Are you looking for chickens?"
"İnsanları mı arıyorsun? Silahları var ve avlıyorlar. Çok can sıkıcı. Ayrıca tavuk yetiştiriyorlar. Tek konuları bunlar. Tavuk mu arıyorsun?"
"No," said the little prince. "I am looking for friends. What does that mean--'tame'?"
"Hayır," dedi küçük prens. "Arkadaş arıyorum. Evcil ne demek?"
"It is an act too often neglected," said the fox. It means to establish ties."
"Genellikle ihmal edilen bir iş," dedi tilki. "Bağlar kurmak anlamına geliyor."
"'To establish ties'?"
"Bağlar kurmak mı?"
"Just that," said the fox. "To me, you are still nothing more than a little boy who is just like a hundred thousand other little boys. And I have no need of you. And you, on your part, have no need of me. To you, I am nothing more than a fox like a hundred thousand other foxes. But if you tame me, then we shall need each other. To me, you will be unique in all the world. To you, I shall be unique in all the world . . ."
Tilki, "Yani," dedi, "örneğin sen benim için hâlâ yüz bin öteki çocuk gibi herhangi bir çocuksun. Benim için gerekli de değilsin. Senin için de aynı şey. Ben de senin için yüz bin öteki tilkiden hiç farkı olmayan herhangi bir tilkiyim. Ama beni evcilleştirirsen, birbirimiz için gerekli oluruz o zaman. Benim için sen dünyadaki herkesten farklı birisi olursun. Ben de senin için eşsiz benzersiz olurum..."
"I am beginning to understand," said the little prince. "There is a flower . . . I think that she has tamed me . . ."
Küçük prens, "Anlıyorum galiba," dedi. "Bir çiçek var... Galiba o beni evcilleştirdi..."
"It is possible," said the fox. "On the Earth one sees all sorts of things."
"Olabilir," dedi tilki, "dünyada böyle şeyler hep olur."
"Oh, but this is not on the Earth!" said the little prince.
"Ama hayır, o Dünya'da değil," dedi küçük prens.
The fox seemed perplexed, and very curious.
Tilki şaşırmıştı. Merakla,
"On another planet?"
"Başka bir gezegende mi?" diye sordu.
"Yes."
"Evet."
"Are there hunters on that planet?"
"Orada avcılar var mı?"
"No."
"Yok."
"Ah, that is interesting! Are there chickens?"
"Aman ne hoş! Peki tavuklar?"
"No."
"Hayır, tavuklar da yok."
"Nothing is perfect," sighed the fox.
"Hiçbir şey mükemmel olamıyor," diyerek içini çekti tilki.
But he came back to his idea.
Birden aklına bir fikir geldi.
"My life is very monotonous," the fox said. "I hunt chickens; men hunt me. All the chickens are just alike, and all the men are just alike. And, in consequence, I am a little bored. But if you tame me, it will be as if the sun came to shine on my life. I shall know the sound of a step that will be different from all the others. Other steps send me hurrying back underneath the ground. Yours will call me, like music, out of my burrow. And then look: you see the grain-fields down yonder? I do not eat bread. Wheat is of no use to me. The wheat fields have nothing to say to me. And that is sad. But you have hair that is the color of gold. Think how wonderful that will be when you have tamed me! The grain, which is also golden, will bring me back the thought of you. And I shall love to listen to the wind in the wheat . . ."
"Benim yaşamım çok tekdüze," diye anlatmaya başladı. "Ben tavuk avlıyorum, insanlar da beni. Bütün tavuklar birbirine benziyor, bütün insanlar da... Bu yüzden çok sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen yaşamıma güneş doğmuş gibi olacak. Duyduğum bir ayak sesinin ötekilerden farklı olduğunu bileceğim. Öteki ayak sesleri beni köşe bucak kaçırırken, seninkiler tıpkı bir müzik sesi gibi beni çağıracak, sığınağımdan çıkaracak. Hem bak, şu buğday tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz Buğday tarlalarının da hiçbir anlamı yoktur benim için. Bu da çok üzücü. Ama senin saçların altın sarısı. Beni evcilleştirdiğini bir düşÃ¼n! Buğday da altın sarısı. Buğday bana hep seni hatırlatacak. Ve ben buğday tarlalarında esen rüzgârın sesini de seveceğim..."
The fox gazed at the little prince, for a long time.
Tilki uzun bir süre küçük prense baktı.
"Please--tame me!" he said.
Sonra da, "Lütfen... Evcilleştir beni!" dedi.
"I want to, very much," the little prince replied. "But I have not much time. I have friends to discover, and a great many things to understand."
"Çok isterim," dedi küçük prens, "ama burada çok kalamayacağım. Bulmam gereken yeni dostlar ve anlamam gereken çok şey var."
"One only understands the things that one tames," said the fox. "Men have no more time to understand anything. They buy things all ready made at the shops. But there is no shop anywhere where one can buy friendship, and so men have no friends any more. If you want a friend, tame me . . ."
"İnsan ancak evcilleştirirse anlar," dedi tilki. "İnsanların artık anlamaya zamanları yok. Dükkânlardan her istediklerini satın alıyorlar. Ama dostluk satılan bir dükkân olmadığı için
dostları yok artık. Eğer dost istiyorsan beni evcilleştir."
"What must I do, to tame you?" asked the little prince.
"Seni evcilleştirmek için ne yapmalıyım?" diye sordu küçük prens.
"You must be very patient," replied the fox. "First you will sit down at a little distance from me--like that--in the grass. I shall look at you out of the corner of my eye, and you will say nothing. Words are the source of misunderstandings. But you will sit a little closer to me, every day . . ."
"Çok sabırlı olmalısın," dedi tilki. "Önce karşıma, şÃ¶yle uzağa çimenlerin üstüne oturacaksın. Gözümün ucuyla sana bakacağım, ama bir şey söylemeyeceksin. Sözler yanlış anlamaların kaynağıdır. Her gün biraz daha yakınıma oturacaksın..."
The next day the little prince came back.
Ertesi gün küçük prens yine geldi.
"It would have been better to come back at the same hour," said the fox. "If, for example, you come at four o'clock in the afternoon, then at three o'clock I shall begin to be happy. I shall feel happier and happier as the hour advances. At four o'clock, I shall already be worrying and jumping about. I shall show you how happy I am! But if you come at just any time, I shall never know at what hour my heart is to be ready to greet you … One must observe the proper rites . . ."
"Aynı saatte gelmen daha iyi olur," dedi tilki. "Örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Mutluluğum her dakika artar. Saat dörtte artık sevinçten ve meraktan deli gibi olurum. Ne kadar mutlu olduğumu görmüş olursun. Ama herhangi bir zamanda gelirsen yüreğim saat kaçta senin için çarpacağını bilemez. İnsanın belli alışkanlıkları olmalı..."
"What is a rite?" asked the little prince.
"Alışkanlıklar mı?"
"Those also are actions too often neglected," said the fox. "They are what make one day different from other days, one hour from other hours. There is a rite, for example, among my hunters. Every Thursday they dance with the village girls. So Thursday is a wonderful day for me! I can take a walk as far as the vineyards. But if the hunters danced at just any time, every day would be like every other day, and I should never have any vacation at all."
"Evet. Bunlar çoğunlukla ihmal edilir," dedi tilki.
"Alışkanlıklar bir günü öteki günlerden, bir saati öteki saatlerden farklı kılan şeylerdir. Örneğin benim avcılarımın bir alışkanlığı vardır. Her perşembe köyün kızlarıyla dansa giderler. Bu nedenle perşembeleri benim için güzel günlerdir. Ãœzüm bağlarına kadar sokulabilirim o günler. Ama avcılar dansa herhangi bir günün herhangi bir saatinde gidiyor olsalardı hiç tatilim olmazdı."
So the little prince tamed the fox. And when the hour of his departure drew near--
Böylece küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ayrılma zamanı geldiğinde tilki,
"Ah," said the fox, "I shall cry."
"Ağlayacağım," dedi.
"It is your own fault," said the little prince. "I never wished you any sort of harm; but you wanted me to tame you…"
"Benim bunda bir suçum yok," dedi küçük prens. "Seni üzmek istememiştim, ama evcilleştirilmeyi sen istedin..."
"Yes, that is so," said the fox.
"Evet, orası öyle," dedi tilki.
"But now you are going to cry!" said the little prince.
"Ama ağlayacağını söylüyorsun."
"Yes, that is so," said the fox.
"Evet, öyle," dedi tilki.
"Then it has done you no good at all!"
"O halde evcilleştirilmek senin için pek iyi olmadı!"
"It has done me good," said the fox, "because of the color of the wheat fields."
"Çok iyi oldu!" dedi tilki. "Buğdayların rengini düşÃ¼n."
And then he added:
Sonra da,
"Go and look again at the roses. You will understand now that yours is unique in all the world. Then come back to say goodbye to me, and I will make you a present of a secret."
"Gidip güllere bak şimdi," diye ekledi. "Kendi gülünün eşi benzeri olmadığını göreceksin. Sonra da gel vedalaşalım. Sana armağan olarak bir sır vereceğim."
The little prince went away, to look again at the roses.
Küçük prens gidip güllere baktı.
"You are not at all like my rose," he said. "As yet you are nothing. No one has tamed you, and you have tamed no one. You are like my fox when I first knew him. He was only a fox like a hundred thousand other foxes. But I have made him my friend, and now he is unique in all the world."
"Siz benim gülüme benzemiyorsunuz," dedi. "Hatta hiçbir şeysiniz şu anda. Çünkü ne bir kimse sizi evcilleştirdi, ne de siz bir kimseyi. İlk gördüğüm zamanki tilkim gibisiniz. O zaman yüz bin başka tilkiden herhangi biriydi. Ama şimdi dostum oldu ve benim için eşi benzeri yok."
And the roses were very much embarassed.
Güller çok utanmışlardı.
"You are beautiful, but you are empty," he went on. "One could not die for you. To be sure, an ordinary passerby would think that my rose looked just like you--the rose that belongs to me. But in herself alone she is more important than all the hundreds of you other roses: because it is she that I have watered; because it is she that I have put under the glass globe; because it is she that I have sheltered behind the screen; because it is for her that I have killed the caterpillars (except the two or three that we saved to become butterflies); because it is she that I have listened to, when she grumbled, or boasted, or ever sometimes when she said nothing. Because she is my rose.
"Çok güzelsiniz, ama boşsunuz benim için," diye sürdürdü sözlerini küçük prens. "İnsan sizin için ölemez. Doğru, gelip geçen biri için benim çiçeğimin sizden hiçbir farkı yok. Ama o benim için yüzlercenizden daha önemli; çünkü suladığım, cam bir fanusun altına koyduğum, önüne siperlik yerleştirdiğim çiçek o. Çünkü tırtılları ben onun için öldürdüm. (Birkaç tanesini bıraktık, sonradan kelebek oldular.) Çünkü yakındığı, ya da övündüğü, ya da hiçbir şey söylemediği zamanlarda dinlediğim çiçeğim o benim. Çünkü o benim çiçeğim."
And he went back to meet the fox.
Tilkinin yanına döndü sonra.
"Goodbye," he said.
"HoşÃ§a kal," dedi.
"Goodbye," said the fox. "And now here is my secret, a very simple secret: It is only with the heart that one can see rightly; what is essential is invisible to the eye."
"HoşÃ§a kal," dedi tilki. "İşte sana bir sır, çok basit bir şey: İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez."
"What is essential is invisible to the eye," the little prince repeated, so that he would be sure to remember.
"Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez," diye yineledi küçük prens; unutmamalıydı bunu.
"It is the time you have wasted for your rose that makes your rose so important."
"Gülünü senin için önemli kılan, onun için harcamış olduğun zamandır."
"It is the time I have wasted for my rose--" said the little prince, so that he would be sure to remember.
"Onun için harcamış olduğum zaman..." diye yineledi küçük prens. Unutmamalıydı bunu.
"Men have forgotten this truth," said the fox. "But you must not forget it. You become responsible, forever, for what you have tamed. You are responsible for your rose . . ."
"İnsanlar unuttular bunu," dedi tilki. "Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğimiz şeyden sorumlu oluruz. Sen gülünden sorumlusun..."
"I am responsible for my rose," the little prince repeated, so that he would be sure to remember.
"Ben gülümden sorumluyum," diye yineledi küçük prens. Bunu da unutmamalıydı.

16.       deli
5904 posts
 17 Mar 2007 Sat 04:12 am

evet seninle ayni firkirdeyim

17.       nautilis
0 posts
 17 Mar 2007 Sat 04:19 am

18.       pap
117 posts
 17 Mar 2007 Sat 04:19 am

Quoting deli:

evet seninle ayni firkirdeyim



I hope you lıke thıs chapter (21st)

19.       nautilis
0 posts
 17 Mar 2007 Sat 04:31 am

20.       deli
5904 posts
 17 Mar 2007 Sat 04:39 am

tesekkur ederim

21.       nautilis
0 posts
 17 Mar 2007 Sat 10:50 pm

22.       kitt_61
29 posts
 17 Mar 2007 Sat 11:51 pm

"Goodbye," said the fox. "And now here is my secret, a very simple secret: It is only with the heart that one can see rightly; what is essential is invisible to the eye."

"HoşÃ§a kal," dedi tilki. "İşte sana bir sır, çok basit bir şey: İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez."

I think this is the main point in the whole story, maybe i'm wrong, but this paragraph says the truth.

23.       nautilis
0 posts
 18 Mar 2007 Sun 12:19 am

24.       Quasimodo
0 posts
 18 Mar 2007 Sun 12:37 am

Quoting kitt_61:


I think this is the main point in the whole story



Quoting nautilis:

u got the point...



Then what was the point in writting the whole story?

25.       nautilis
0 posts
 18 Mar 2007 Sun 12:43 am

(25 Messages in 3 pages - View all)
1 2 3
Add reply to this discussion




Turkish Dictionary
Turkish Chat
Open mini chat
New in Forums
Why yer gördüm but yeri geziyorum
HaydiDeer: Thank you very much, makes perfect sense!
Etmeyi vs etmek
HaydiDeer: Thank you very much!
Görülmez vs görünmiyor
HaydiDeer: Thank you very much, very well explained!
Içeri and içeriye
HaydiDeer: Thank you very much for the detailed ...
Present continous tense
HaydiDeer: Got it, thank you!
Hic vs herhangi, degil vs yok
HaydiDeer: Thank you very much!
Rize Artvin Airport Transfer - Rize Tours
rizetours: Dear Guest; In order to make your Black Sea trip more enjoyable, our c...
What does \"kabul ettiğini\" mean?
HaydiDeer: Thank you very much for the detailed ...
Kimse vs biri (anyone)
HaydiDeer: Thank you!
Random Pictures of Turkey
Most commented