Turkish Poetry and Literature |
|
|
|
1
|
80. |
22 Jan 2007 Mon 08:58 pm |
PART 17
When I got out of the university building's main door, the sky was about to get dark. The ground was crackingly icy. The mildly blowing wind, combined with the cold, was cutting a person's face like a knife. I've raised the collar of my coat, pressed my calpac (hat) from above in a way that covered my ears and walked quickly towards my old Mercedes on the opposit side of the road. There were just a few students remained around. In the park nearby I saw young couples walking slowly hand by hand on the walking track covered with snow between the trees without caring about the cold. Thinking to myself: "Youth as you see... their blood is boiling" I smiled to myself.
When I turned right from the street near the White House (*) and entered Çüy avenue, I run into a heavy traffic. In order not to skid with my old Mercedes I was driving slowly and carefully. But the people of Bishkek were in a hurry as always. The drivers who came from behind me, unaware of the ordeal I was going through, wanted me to clear the way by blowing the horns; while the more impatient ones were passing me rapidly from right and left.
(*)the Presidential Palace
|
|
81. |
23 Jan 2007 Tue 12:20 am |
Thanks, Ayla! Here is PART 18
Arabayla beş dakikalık yolu, yirmi dakikada kat ederek, sonunda, Belinsky-Moskovskaya kavşağına kadar gelebilmiştim. Bir dakika sonra, sıcacık daireme ulaşacak, sıcacık banyomdaki sıcak suyla doldurduğum küvetime gömülecek ve diriltici bir duş alacaktım. Daha sonra, üzerime rahat bir kıyafet giyerek arabama dönüp hemen yakındaki Klasik Kafe’nin dost sıcaklığına sığınacaktım... Yeşil ışığın yanmasıyla birlikte arabamı hareket ettirip, Bişkek’e özgü trafik kurallarına uygun biçimde, yolun ortasında durdum ve sola, Moskovskaya Caddesine dönmek için karşıdan gelen arabaların geçişini beklemeye başladım. Yol açılır açılmaz, yeniden kırmızı ışığa yakalanmamak için süratle sola döndüm. Bu arada Moskovskaya tarafında yayalar, karşıya geçmek üzere yürümeye başlamışlardı. Geçiş üstünlüğünün kendilerinde olduğunu bildikleri için kasten ağırdan alıyorlarmış gibi geldi bana.. Geçmelerini beklemedim. Öfkeyle arabamı sürmeye devam ederek aralarından geçtim. Keşke geçmeseydim!..
|
|
82. |
23 Jan 2007 Tue 09:18 pm |
PART 18
At the end, I managed to arrive to Belinsky-Moskovskaya junction by multiplying to twenty minutes the route of five minutes by car. In a minute, I was going to reach my warm and cozy apartment, to sink into my bathtub that I filled up with hot water in my warm bathroom and take a refreshing shower. Later, I was going to wear a comfortable outfit, return to my car and take shelter in the friendly warmth of Classic Cafe nearby. Together with the turning of the streetlight green I moved my car and stopped in the middle of the road according to Bishkek's peculiar traffic rules, and began to wait for the crossing of the cars coming from the opposite side in order to turn left to Moskovskaya avenue. As soon as the road cleared up, in order to not be caught in a red light again, I turned left quickly. At the meanwhile, from Moskovskaya's direction, the pedestrians began to walk just about to cross to the other side. It seemed to me that, knowing that the crossing priority was theirs, they were deliberately walking slowly... I didn't wait for them to cross. I continued to drive my car with rage and passed between them. I wish I haven't done that!...
|
|
83. |
23 Jan 2007 Tue 09:27 pm |
Ayla, here is PART 19,
Yaya geçidinin on metre ilerisinde pusuya yatmış avcı – Trafik polislerini böyle çağırıyordum. – birden ortaya çıkarak, kırmızı sopasını kaldırdı ve durmamı işaret etti. Arabayı sağa çektim ve evrakımı çıkararak avcının yanına gittim. O, yüzünde, zavallı bir ceylan yavrusunu yakalayan bir kurtun memnuniyet ifadesiyle, sırıtarak elimi sıktı ve: ‘‘Assalamu Aleykum!’’ dedi. Bu davranış, Bişkek trafik polislerinin âdetiydi. Hatalı sürücüleri durdururlar; sürücü yanlarına geldiğinde, gülerek elini sıkar ve selam verirlerdi. Bunun anlamı: ‘‘Şimdi senden rüşvet isteyeceğim. Bu, çok hoşuma gidiyor. Bu yüzden gülüyorum!’’ demekti. Önceleri çok ağırıma giden bu davranış biçimine artık ben de alışmıştım. Bu yüzden hiç vakit kaybetmeden sordum:
- Ne kadar?
Yüzündeki gülümseme daha da yayıldı ve hakkını ister gibi:
- Yüz Som verseniz yeter...’’ dedi.
Ben de sırıtmaya çalışarak cevap verdim:
- Yüz Som çok... Elli Som yeter...
|
|
84. |
23 Jan 2007 Tue 09:42 pm |
oh good! I thought he run over someone... I'll work on it tomorrow.
|
|
85. |
23 Jan 2007 Tue 09:52 pm |
Quoting Ayla: oh good! I thought he run over someone... I'll work on it tomorrow. |
Thanks, Ayla.
|
|
86. |
24 Jan 2007 Wed 02:02 pm |
PART 19
Ten meters ahead of the crosswalk, a hunter- I was calling the traffic policemen like that- appeared suddenly, raised his red stick and signed me to stop. I moved the car to the right and taking out my documents I went near the hunter. He, with an expression of a wolf who had caught a poor young gazelle, shaked my hand, grinned and said: "Assalamu Aleykum" (Peace be with you). This behavior was the custom of Bishkek's traffic policemen. They would make faulty drivers stop, when the driver came near them they would shake their hands smiling and greet them. The meaning of this was: "I'm going to ask you for a bribe now. I like this very much. That's why I'm smiling". I eventually got used to this behavior, which I formerly had been offended by. That's why I asked without losing any time:
- How much?
The smile on his face spreaded even more and as if demanding his deserved share he said:
- If you give 100 Som it would be enough.
Trying to grin too I answered:
- 100 Som is too much... 50 Som is enough...
|
|
87. |
24 Jan 2007 Wed 06:52 pm |
Ayla said that she will not be here for a few days. But still, I am sending a new post. Maybe someone wants to go on translation.
Here is PART 19
Razı olacağını biliyordum. Çünkü onu kızdıracak hiç bir hareket yapmamıştım. İkimiz de rolümüzü alışılmışa uygun olarak oynamıştık... Yanılmamıştım... Tam da kendisinden beklediğim gibi cevap verdi:
- Tamam, tamam. Elli som verin! Ama bundan sonra daha dikkatli olun! Geçiş önceliğinin yayalarda olduğunu bilmeniz gerek...
Elli somu ödedim ve arabama binerek sadece beş metre ilerideki sokağıma girdim.
Sekiz katlı, eski hapishane ya da öğrenci yurt binalarını andıran devasa apartmanımın karanlık girişine yaklaşırken etrafı dikkatlice kolaçan ettim. Takip edilmediğimi anlayınca, süratle içeri girerek kapıyı kapattım. Bu coğrafyada bütün apartmanların giriş kapılarında şifre vardı ve sadece apartman sakinleri ve onların tanıdıkları, bildikleri bu şifreyi kullanarak kapılarını açıp binalarına girebiliyorlardı. Benim, aceleyle girip kapıyı kapatmamın sebebi ise, şehirde sayıları ve saldırıları gittikçe artan gaspçıların muhtemel bir saldırısından korunma tedbirinden başka bir şey değildi. Eğer beni takip eden birileri varsa, şifreli kapıyı açıp içeri girmeleri mümkün değildi.
Karanlıkta, el yordamıyla bulduğum asansörün düğmesine bastım. Fakat lânet olası âlet, yine çalışmıyordu. Söverek merdivenlere yöneldim. Merdiven boşluklarında ve katların çoğunda ışık yoktu. Sekiz katı çıkmanın sıkıntısıyla, bu tırmanışın zifiri karanlıkta yapılma zorunluluğu birleşince, insan, ciddi bir eziyetle karşı karşıya kalıyordu. Bu karanlığın, ortak kullanım alanlarına takılan lambaların apartman sakinlerince çalınarak kendi dairelerinde kullanılmalarından başka bir sebebi olmadığını herkes biliyordu; fakat bu çirkin davranışın önü de alınamıyordu.
Polise verdiğim rüşvetten sonra, bir de apartmanın karanlık merdivenlerini tırmanmak zorunda kalışım, iyice keyfimi kaçırmıştı. Allah’tan apartman yöneticisine özel olarak verdiğim parayla aldırıp benim dairenin bulunduğu koridora taktırdığım lamba, yerinde duruyordu. Cebimden çıkardığım anahtarlıktan seçtiğim kocaman garip anahtarımla dairemin dış kapısını, daha sonra da küçük anahtarla iç kapıyı açtım ve sıcak daireme girdim.
Klasik Kafe’nin kapısından içeri girdiğimde saat yediye gelmek üzereydi. Girişteki ilk masada oturan Şef Arman, gedikli müşterilerden Dima ve güvenlik görevlisi, her zamanki gülümseyen tavırlarıyla ‘‘Hoş geldiniz!’’ diyerek elimi sıktılar. Biraz sonra gelecek dostumla yapacağımız özel sohbeti hesaba katarak, masalarına oturma davetlerini kibarca reddettim ve iç bölmeye doğru yürüdüm. Barın yanında müşterilerin verecekleri siparişleri beklemekte olan garson kızlar Aida, Yana, Ãœmüt ve Ulay, ben yanlarından geçerken, ağız birliği etmiş gibi, neşeyle ‘‘Merhaba!’’ dediler. Selamlarına karşılık verdim ve genç barmen Ermek’le tokalaşarak gidip cam kenarındaki masalardan birine oturdum.
Sandalyeme yerleştikten sonra, sipariş vermek için kızlardan birisini çağırmak üzere bulundukları tarafa baktığımda, onların gülerek beni izlediklerini fark ettim. Ağzımı açmama dahi fırsat tanımadılar. Bilmiş bir tavır takınarak, koro hâlinde sordular:
- Sütlü çay değil mi bayke*?
Ben de oyunlarına katıldım. Kızarmış gibi yaparak:
- Tamam, anladık... Herşeyi bilirsiniz siz... Şımarmayın da, çayımı getirin!’’ dedim. Beni kızdırdıklarını düşÃ¼nerek birbirlerine bakıp bir kere daha kıkırdadılar. İki buçuk senedir, neredeyse her akşam üniversitedeki derslerimi bitirdikten sonra, bu kafeye gelmeyi alışkanlık hâline getirmiştim. Müşteri ve garsonların bir kısmı değişirken, benimle birlikte gedikli müşteriler ve bu kızlar, vefalı çıkmış; âdeta bu mekanın hiç değişmeyecekmiş gibi görünen kadrosunu oluşturmuştuk. Patrondan güvenlik görevlilerine kadar, Kafe çalışanları, önceleri bana da sıradan bir müşteriymişim gibi davranırlarken, zamanla samimi ve saygılı bir tavır içine girmişlerdi. Bunda, belki, hepsinden yaşlı oluşumun, üniversitede görevli bir hoca olduğumu öğrenmelerinin ve sanırım biraz da diğer müşterilerden farklı olarak beni içkiden ve kadınlardan uzak görmelerinin rolü vardı. Bu insanların hepsi de ayrı ayrı saygıya lâyık insanlardı. Özellikle garson kızlar... Yaşıtları gibi bedenlerini satarak, şimdi aldıklarından çok daha fazlasını kazanabilecekleri hâlde, bu kafede günde on iki saat, arı gibi çalışarak mütevazi bir aylığa razı oluyorlardı.
*bayke: ‘‘Ağabey’’ anlamında kullanılan Kırgızca söz.
|
|
88. |
24 Jan 2007 Wed 06:54 pm |
im still admiring ayla's determination and knowledge
|
|
89. |
24 Jan 2007 Wed 07:00 pm |
Quoting robyn : im still admiring ayla's determination and knowledge |
I am too.
|
|
90. |
27 Jan 2007 Sat 11:19 pm |
ok I'm back.
PART 20
I knew he would agree. Becuse I haven't done any action to make him angry. We have both played our roles in a suitable to expectations way. I hadn't been wrong... He answered exactly as I expected him:
- Ok, ok. Give me fifty som. But from now on be more careful! You should know that the crossing priority belongs to pedestrians...
I paid the fifty som and getting into my car I entered my street that was just five meters ahead.
When I got close to the dark entrance of my eight floored, resembling an old prison or a student dormitory huge apartment house, I quickly inspected the surroundings. When I understood that I hadn't been followed, I entered quickly and closed the door. In this area all the buildings had a secret code on their entrance doors and only the residents of the apartment or their acquaintances could open the doors and enter their buildings by using those codes. The reason I entered in a hurry and closed the door was nothing but a protection measure from the probable attack of the bullies which their number and attacks have been increasing gradually in the city. If any of them followed me, it was impossible for them to open the coded door and come inside.
In the darkness, I pressed the elevator button I have found with hand skill. But that damned piece of machinary wasn't working again. I headed towards the stairs swearing. In most of the staircases and floors there was no light.
(to be continued)
|
|
|