Elimizdeki kaynaklar Avrupa toplumlarının ortaçağdan yakın geçmişe kadar Türklere ön yargıyla yaklaştıklarını ortaya koymaktadır. Bu önyargılar İtalyan toplumunda ‘Türkler , güdülmeye muhtaç, yağmacı, küfürbaz, askerlik ve savaştan başka yeteneği olmayan, tembel bir toplumdur’ (Türk Kimliği, Bozkurt Güvenç)söylemleriyle yer bulurken İngilizler Türkler için ‘Hıristiyanlığın büyük rakibi ve düşmanı, yabancı toplum ve kültür, Avrupa’nın korkulu rüyası’ yakıştırmalarını yapmışlardır. Dönemin İngiliz edebiyat ve tiyatro eserlerinde Türkler için ‘Günahları yargılayan Tanrı cezası’ tanımının yapıldığına rastlamaktayız. Fransızlar Türkler için ‘Türkler insanlar arasında anlayış bakımından sonuncudur, inançtan ötesini kavrayamazlar, kavramaya da çalışmazlar, Türkler Müslüman Asya’nın Avrupa’ya karşı savaşan askerleridir’ (Cahun 1896) yorumunu yapmışlardır. Almanlar ise Türk insanı Avrupa insanı ayrımını yapmış ve Türk insanını ‘korkak, bilgisiz, yaratıcı olmayan, dirençsiz, ilkesiz, bir insan’ olarak nitelendirilirken Avrupa insanını ‘sert bilgili, yaratıcı, dirençli, ilkeleri olan insan’ olarak tasvir etmişlerdir. Keza Martin Luther’in ‘Bugün Türklerin ayakları altında ezilip inleyen Hıristiyanlar, vakti zamanı gelince onları yargılayıp cezalandıracaklardır’ demesi o zamanki Avrupa toplumunun Türklere karşı hissettiği nefreti belki de en iyi şekilde özetlemektedir.
Bu önyargılı genellemeleri etnosantrizm (biz merkezcilik) adı verilen evrensel eğilimle açıklayabiliriz. Etnosantrizm; her toplumun kendini Dünya’nın hatta Evrenin merkezine koyması, ötekileri kendinden aşağı görmesi anlamına gelmektedir. Avrupalıların farklı bir kültür ve dine sahip olan Türkleri savaş meydanlarında tanımaları sonucu edindikleri antipati bu tip Etnosantrik tutumları körüklemiştir. Bu açıdan bakılınca Avrupalıların Türklere karşı olan önyargıları doğal kabul edilebilir.
Ancak dönemin Avrupa’sında etnosantrizm tuzağına düşmemiş düşÃ¼nürler de vardır. Örneğin Voltaire, Avrupa’da Türk halkı hakkında olumlu söz söylemenin çok zor olduğu dönemlerde ‘Kadınları baskı altında tutan ve güzel sanatlara ilgi göstermeyen Türkleri sevmiyorum ancak iftiradan öyle nefret ediyorum ki Türklere bile iftira atılmasına katlanamıyorum’ diyerek önyargılı genellemelerin karşısında durmuştur. Chardin, sağduyuya dayanan Türk yönetimini üstün bulmuş (1687;121) ; Tavarnier, Türk adaletini beğenmiştir. (1677;579) Thevenot, belki de dönemin en sade ve objektif değerlendirmesini yapmış ve ‘Türkler de bizim gibi insandır’ demiştir. Maalesef bu ve benzeri düşÃ¼nürler Avrupalıların önyargılarını kırmada yetersiz kalmışlardır..
metnin tamamı için: http://www.turkishweekly.net/turkce/yorum.php?id=166
|