Teksas’ın en büyük şehri Houston’da bir Türk ailenin evinde, pazar kahvaltısı yapılıyor. Houston’da yaşayan Turan Kılıç, Türk ve Amerikalı misafirlerini ağırlıyor. Beyaz peynir, zeytin, poğaça, reçel ve menemenle süslenmiş klasik bir Türk kahvaltı sofrasının elbette en önemli unsuru, taze demlenmiş Rize çayı. Boşalan çay bardakları evin hanımı tarafından hemen dolduruluyor. Kahvaltının tek yabancı konuğu ise bir Amerikalı. Ohio’da doğmuş, eğitimini Fransa’da tamamlamış ancak son 30 yıldır Türkiye’yi keşfetmeye çalışan bir kütüphaneci. New York Merkez Kütüphanesi Müdür Yardımcısı Katharine Branning, Türkiye’de yıllar boyunca kendisine ikram edilen binlerce bardak çaydan sonra, Teksas’ta, Kılıç ailesinin evinde de bu ikramın devam etmesinin şaşkınlık ve mutluluğunu yaşıyor. Bu sebepten olsa gerek, çay ikramını hiç geri çevirmiyor.
Katharine Branning’i, Teksas’ın Houston şehrinde bir Türk ailesi ile buluşturan sebep, kısa süre önce piyasaya çıkan kitabı. Türkiye’de Kaynak Yayınları tarafından, ‘Bir Çay Daha Lütfen’ adıyla yayımlanan kitap, Amerikalı gezgin bir kütüphanecinin 30 yıllık Türkiye hatıralarına ve maceralarına yer veriyor. Houston’da bu yıl 4.’sü düzenlenen Türk Dünyası Festivali’nde kitaplarını imzalayan Branning, Türk çayı özlemini de Kılıç ailesinin evinde gideriyor. Aksiyon Dergisi’ne verdiği mülakatın da Türk çayı eşliğinde olması, tabloyu tamamlıyor.
OHIO – PARİS – SİVAS HATTI
Katharine Branning, klasik Amerikan yaşam tarzıyla yetişmiş bir insan. Yani, Orta Batı’da doğmuş, Miki Mause ve Hollywood filmleriyle büyümüş ve gençliğinde Türkiye’nin adını bile duymamış. Türkiye ve Türklerin onun hayatına girmesi, yükseköğrenim için gittiği Paris’te, sanat tarihi dersinde başlıyor. Bir gün yorgun ve uykulu hâliyle İslam Sanatları dersini dinlerken, hocanın tahtaya yansıttığı slayttaki bir fotoğraf dikkatini çeker. Sanat tarihi hocası tarihî bir yapıyı anlatmaktadır ama onun gözü bu eserin kapısındaki eşsiz süslemeler, kabartmalar ve mimarideki inceliklere takılmıştır. Burası neresi diye bakarken, görüntünün altındaki yazıyı okur: Gök Medrese-Sivas. Hiçbir şey anlamamıştır bu bilgiden. Sivas nedir, Gök Medrese nedir diye düşünürken, dersin sonunu zor getirir ve kendini kütüphaneye atar. Önce Sivas’ın Türkiye’nin bir şehri olduğunu öğrenir, sonra Gök Medrese’nin tarihini okumaya başlar. Sanat tarihine çok meraklı bir öğrencidir ve bu kısa araştırmadan sonra Gök Medrese’yi ziyarete gitmeyi kafasına koyar. Onun Türkiye macerasının ve aşkının fitilini de, işte bu sanat eseri ateşlemiştir.
Peki, Fransa’ya gelirken Türkiye’nin sadece adını duymuş ve hiçbir Müslüman ülkeye yolu düşmemiş bir öğrenci neden İslam Sanatları dersini seçmeli alır? Branning bu tercihini şöyle gerekçelendiriyor: “İslam sanatlarına ilgim Fransa’ya gidince başladı. Ohio’dan Fransa’ya giden bir genç kız için zaten kültür çok farklıydı; ben orada Fransız kültürü okumak yerine farklı bir katmanı tercih ettim ve İslam sanatlarını seçtim. Sanat yalın olarak öğrenilmez. Onu etkileyen yan faktörlerini de öğrenmek lazım. İslam toplumlarını, dinlerini ve tarihlerini de öğrenmek gerekir. Bunları da ders olarak aldım. Bu bana yeni pencereler açtı ve daha farklı bir bakış açısı kazandırdı.”
Gök Medrese’nin peşine düşen genç Ohio’lu, Türkiye’yi ilk, 1978’de, henüz 19 yaşındayken ziyaret eder. Sivas’a giderek, daha önce fotoğrafına hayran kaldığı Gök Medrese’yi gezer. Türkiye ilgisi bu yapıyla sınırlı kalmaz. Sonraki ziyaretler daha çok Selçuklu ve Osmanlı’dan kalma hanların ve kervansarayların keşfiyle devam eder. Her yıl devam eden ziyaretlerde, tarihî yapılara olan ilgisini bir Türkiye sevdasına dönüştürense, insanların yaklaşımları, edindiği dostluklar ve gördüğü misafirperverliktir. Ülkeye ilgisindeki değişimi, “İlk gidişim, tarihî binaları ve sanat yapılarını incelemek için oldu. Binalara ilgim, insanların samimiyeti ile daha başka bir boyut almaya başladı. Türkiye’de hayat çok ilginç ve harikalarla dolu. Küçük hadiseler, insanlarla ilişkiler ve o insanlardan gelen cömertlik gösterileri beni yavaş yavaş etkilemeye başladı.” sözleriyle anlatıyor.
Katharine Branning’in kitabında altını çizdiği bir husus var: Turkish style yani Türk tarzı. Türkiye’ye ilk ziyareti 1980 öncesi yapan ve tamamen kapalı bir toplum yapısı ile karşılaşan yazarın, Türk tarzı ile ilgili ilginç tespitleri var: “Her zaman bazı şeyler gözden kaçar, olması gerektiği gibi olmaz ya da bazen tamamen yanlış olur. Hiçbir şey mükemmel değildir ama her şeyin yine de yolunda gittiğinden emin olabilirsiniz. Hayat kusursuz değildir, çevrenizdeki her şey de öyle. Tek kusursuz Allah’tır. Türklerin bu yaklaşımından şunu öğrendim: Kimse kusursuz olmadığına göre; alçakgönüllü olmalı ve asla mağrur olmamalıyız…” Branning, her şeyde mükemmel olma çabasındaki bir kültürden geldiğini hatırlatarak, “Bu itibarla titiz bir Batılı bakış açısı ile Türk tarzını tanımak benim için çok kolay olmadı ama onları kınama ya da küçük görme gibi bir davranış içinde bulunmamayı da çabuk öğrendim.” diyerek, Türkiye’de yaşadığı değişimi aktarıyor kitabında.
Bunlar elbette 80’li yılların Türkiye’sine ait değerlendirmeler. Bugün hâlâ Türkler mükemmeli aramıyor mu, diye sorduğumuzda ise ülkede yaşanan değişimin altını çiziyor. Türkiye’nin teknolojik gelişimdeki hızını anlatırken, New York’ta yaşayan bir insan olarak ATM para çekme makinesini ilk kez Türkiye’de kullandığını aktarıyor. THY’nin gelişimi de değişime verdiği örneklerden. Paris’e aktarmalı uçuşu kaçırdığı için kimsenin telaşlanmadığı, uyarı olmaksızın uçuşların ertelendiği havaalanlarını kullanmış; kalkış saatini iki saat geçmesine rağmen kimsenin umursamadığı ve habire çayların söylendiği otobüs terminallerinde seyahat etmiş, beş yıldızlı otelin bahçesinde dolaşarak çiçekleri yemesine rağmen kimsenin şezlongundan kalkarak müdahale etmediği ineklere şahit olmuş bir Amerikalı olarak Türkiye’de artık hayatın çok değiştiğinin altını çiziyor.
Katharine Branning, anlattığı değişimden son derece memnun. Buna rağmen bazı korkuları var. En fazla korktuğu şey, Türklerin misafirperverlik özelliklerini kaybetmesi! Kitabında da zaten bu korkusunu açık yüreklilikle ifade ediyor. Teknolojideki gelişim ve ülkenin değişimi, bazı geleneksel özellikleri, özellikle de misafirperver yönümüzü törpüledi mi sorumuzu ise Teksas’ta bir Türk ailenin evinde kahvaltı yapıyor olmanın güveniyle cevaplıyor: “Bence bu Türklerin tabiatı hâline gelmiş. Bunun teknolojik gelişme ve büyüme ile çok fazla değişeceğine inanmıyorum.” Branning, bu özelliği kaybetmek bir yana Türklerin misafirperverlik başta olmak üzere bütün güzel kültürel özelliklerini kültür merkezleri ve okullar yoluyla dünyanın her tarafına taşımaya başladıkları tespitini de yapıyor. “Bu çalışmaları alkışlıyorum.” diyen Branning, farklı bakış açıları ve farklı kültürleri öğrenmeye dünyanın artık daha fazla ihtiyacı olduğunu vurguluyor.
Farklı kültürlere meraklı bir gezgine, elbette sadece bir ülkeye gidip gelmek yetmez. 30 yıl boyunca neredeyse her yıl ülkemize gelmesine rağmen Branning bütün dünyayı dolaşmış bir yazar. Tanıdığı ve etkilendiği birçok kültür olmuş. Mesela Japon kültüründe her şeyin çok hassas ve düzen içinde âdeta bir sanat eseri gibi yapılmasından etkilenmiş. Fransa’daki felsefi derinlikten etkilenmiş. Bütün bunların yanında Türk kültürünün ise kendi karakterini besleyen yönünü keşfettiğini belirtiyor. Bu sebepten, gidip gördüğü ve tanıdığı onca ülkeye rağmen, sadece Türkiye ve Türkler hakkında bir kitap yazmayı tercih etmiş.
Anadolu’da en ücra köşelere kadar giderek neredeyse bütün tarihî yapıları ziyaret eden Branning, bu yapıların yıllar önceki metruk ve bakımsız hâllerini iyi bildiği gibi, bugünkü restore edilmiş durumlarının da yakın tanığı. O bakımdan iki durumu karşılaştırma imkânına sahip. Zaten kitabı okuduğunuzda, bir zamanlar Anadolu coğrafyasındaki han ve kervansarayların terk edilmişliklerinden etkilenmemek mümkün değil. Yazar, bu durumun kendini ne kadar üzdüğünü belirtiyor. Tesellisi ise yeni dönemde bu yapıların büyük bölümünün restore edilerek, tekrar yaşayan mekânlar hâline getirilmesi. Restorasyonları, ‘geçmiş dönemlerin anlayışının yeni nesillere aktarılması adına güzel bir çalışma’ olduğunu belirterek, “Bir bina çökmediği sürece onu eski hâline yakın şekle getirebilirsiniz ama bina yıkılmışsa o dönemin hayat tarzı ve kültür birikimi de çökmüş oluyor. Restore edilirse çocuklarınıza, Selçukluların nasıl bir kültür hayatı olduğunu, Mevlana’nın nasıl yaşadığını daha iyi anlatabilirsiniz.” diyor. Yazar, Türkiye’deki han ve kervansaraylarla ilgili bilgi birikimi ve görsel malzemeyi de halen www.turkishhan.org adlı internet sitesinde sergiliyor. Sitede hanlarla ilgili geniş bilginin yanı sıra, hem önceki hâlleri hem de restore edildikten sonraki durumlarının fotoğrafları yer alıyor. İnternet sayfasına birçok Türk’ün mesaj attığını belirterek, “İnsanlar sitemi gördükten sonra daha önce hiç gitmedikleri tarihî yapıları ziyaret ettiklerini belirtiyor. Çabalarımın işe yaradığını görmek beni mutlu ediyor.” diyor.
Türkiye üzerine bu kadar çalışan, gezen ve araştıran bir yabancının, elbette ilginç toplumsal tespitleri de oluyor. Mesela o, Türkiye’de iki tip insan olduğunu düşünüyor. Bunlardan birincisi İstanbul’da yaşayan, dünyaya sadece kendi penceresinden bakan ve kendilerini dünyanın merkezinde görenler. Yazar bu grubu Amerika’daki New Yorklulara benzetiyor. İkinci grup ise geriye kalan, ülkesini daha iyi tanıyan Anadolu insanları. Branning, İstanbul’da tanıdığı ve birinci gruba dâhil birçok arkadaşının Antalya tatilleri haricinde Anadolu’ya hiç gitmediklerini ve ülkeyi tanımadıklarını söylüyor.
Sırası gelmişken, Katharine Hanım’a Türkiye’nin mutlaka görülmesi gereken yerlerini soruyoruz. Bu konuda zorlansa da, önce Konya ve Kayseri’yi sayıyor. “Her Türk, Selçuklu tarihinden izler taşıyan bu iki şehri mutlaka görmeli.” diyor. Onun devamında ise özellikle ülkedeki dinî ve kültürel çeşitliliği anlayabilmek için Hatay, Mardin ve Şanlıurfa’nın görülmesi gerektiğini belirtiyor. Osmanlı şehirleri olarak görülmesi gereken yerler ise Edirne ve Bursa. Osmanlı’yı ve Türkiye’nin derin tarihini anlayabilmek için Edirne ve Bursa’yı çok önemsiyor.
Peki, ülkemizi bu kadar yakından bilen bir gezginin görmediği, bilmediği bir yer var mı? Bu soruya cevabı çok net: Türkiye’de görmediği yer kalmamış. Bu sebeple artık ziyaretlerini gezmekten ziyade, Türkiye’ye katkıda bulunmak için yapmak ve proje bazında çalışmak istediğini ifade ediyor. Diğer bir hedefi de Türkçeyi daha iyi öğrenmek. Katharine Branning ya da kendine yakıştırdığı Türkçe ismiyle Kadriye Hanım, kitabının İngilizce baskısı ile yabancılara ülkemizi tanıtırken, Türklere de kendi ülkesinin güzellik ve zenginliklerini bir kez daha hatırlatarak Türkiye’ye en güzel katkıyı yapıyor.
İngiliz sefirenin mektupları
Lady Mary, 19. yüzyılda İstanbul’da görev yapmış bir İngiliz sefirinin eşi. Türkiye’de kaldığı yaklaşık 2 yıl boyunca yaşadıklarını kaleme alan Fransız sefirenin mektupları daha sonra kitap hâline getirilmiş. Katharine Branning, bu mektuplardan çok etkilenen ve Türkiye üzerine kaleme aldığı her izlenimde Lady Mary’e gönderme yapan bir yazar. Bu bakımdan kendisine Lady’nin gözlemlediği Osmanlı Türkiye’si ile kendi yaşadığı ülkeyi kıyaslamasını istiyoruz. Öncelikle onun gördüklerini kültürel anlamda kendisinin de gördüğünü belirtiyor. O yıllardaki kültürel temelin hemen hemen aynı şekilde devam etmesine çok şaşırdığını ekleyerek…
Türkiye lider ülke oluyor Katharine Branning’e dış dünyadaki Türkiye imajını soruyoruz. Söze, “Türk olsaydım ben de çok gururlu ve mutlu olurdum.” diye başlıyor. Türkiye’nin dünyada çok önemli bir pozisyona geldiğini vurgulayarak, BM Güvenlik konseyi üyeliğini ve ABD Başkanı Obama’nın ilk yurt dışı ziyaretini Türkiye’ye yapmasını örnek veriyor. Dünyayı etkileyecek çok önemli projelerde Türkiye’nin imzası olduğunu da belirterek, “5 yıl önce olmayan büyük işlerin olduğunu bugün görebilirsiniz. Dünyadaki lider seviyesindeki ülkelerden biri hâline geliyor Türkiye. Ortadoğu ülkeleri arasında barışa aracılık eden bir ülke oldu. Bu çok önemli çünkü Ortadoğu barışı dünya barışı açısından çok önemli.” diyor. Son yıllarda moda hâline gelen ‘eksen kayması’ eleştirilerini anlamsız bulan Branning, Türkiye’nin bugün geldiği seviyede demokratikleşmenin katkılarının unutulmaması gerektiğini vurguluyor.
21.02.2011 AKSİYON DERGİSİ
|
|
ZAFER ÖZCAN |