İlk defa Karakoç’u ziyarete gelen bu arkadaşım "deli cesareti’’ denir ya, bu zamana kadar kimsenin soramadığı o soruyu birden soruverdi.
"Üstat, Monna Rosa’yı sizden dinleyelim. Nedir işin aslı?’’ Ben arkadaşıma kızgın gözlerle bakıp orada bulunan birçok kişi gibi gaf yaptığını düşünürken Sezai Karakoç hafif bir gülümseme ve derinlere bakan bir bakışla o şiirin hikâyesini anlatmaya başladı:
19 YAŞINDAYDIM...
"19 yaşındaydım. Heyecanlı bir genç. Şiirde yeni bir dönem başlamıştı. Ölçüsü olmayan vezinsiz, kafiyesiz şiirler yazılmaya başlanmıştı. Hece ölçüsü de bitmişti. Serbest şiir yazılıyordu. O dönemin bu serbest şairleri, eski dönemleri kötülüyordu.
Tabi isterdim ki öz edebiyatımız olan divan edebiyatı ile yazılabilsin şiirler. Ama tek başıma ben aruzu getiremem ya. Aruzu geçtim hecede gidiyordu artık. O dönem dedim ki hece ile bir şiir yazayım. Bu serbestçi şairler divanla dalga geçiyordu. Gül bülbül, gül bülbül başka bir şey yok diyorlardı.
SERBESTLİLER DALGA GEÇİNCE "MONNA ROSA" KOYDUM
O dönemde şiirlere yabancı isim verme geleneği vardı. Birde bu serbestiler gül ile dalga geçince bende ‘’Monna Rosa’’ koydum şiirin adını. Tek gül anlamında bir şey. Tamamıyla kendimi denemek için yazdım şiiri. Akrostiş şiir yazma modası vardı birde. Genç şairler çok hevesliydi akrostiş şiirler yazmaya. Ben de gencim tabi, hem hece ölçüsüyle olsun hem de akrostiş olsun diye bir şiirde ben kaleme aldım.
Okuldan bir arkadaşımın ismiyle yazdım. (Bir an duraksadım orada. Aşk şiirlerinin en güzel örneklerinden biri olan Monna Rosa’yı şiir yapısında bir şeyler denemek için bir arkadaşının adıyla yazdığını söylemişti Karakoç. Yoksa bir aşkı gizlemek için mi böyle söylüyordu ?)
KIR GEZİSİNDE OKU DİYE TUTTURDULAR!
Bir gün mülkiyede o zaman ikinci sınıftayım Ankara’nın meşhur bir kırı var Söğütözü diye oraya gittik. Bir bahar günüydü 20 Nisan. Yazdığım şiirden birkaç yakın arkadaşım haberdardı. O kır gezisinde oku diye tutturdular. Tabi diğerleri de oku dinleyelim deyince ısrarlı oldular okudum. Tabi beğendiler. Sonra döndük akşam. Öbür gün bizimle birlikte kır gezisine katılan 3.sınıflardan bir arkadaş vardı yanıma geldi. Kendisi mülkiye de Yeşilay başkanı idi. Ben de içkiye karşı diye severdim bu kişiyi.
HİSAR DERGİSİ YAYINLADI
Bu geldi ‘’Sezai o şiiri rica edebilir miyim’’ dedi. Verdim ben de. Aradan on ya da on beş gün geçmedi dönemin Hisar Dergisi yöneticileri geldiler. Beni çağırttılar okuldan, oturduk konuştuk. O arkadaş şiirimi bunlara ulaştırmış. Şiirimi çok beğendiklerini söylediler, bir de ya acaba şurasını şöyle mi değiştirsek böyle mi yapsak diye bana soruyorlardı. iir güzel de bunlar büyük edebiyatçılar ya illa bir yanlış bulmaya çalışıyorlar. (Gülüyor) Şiirin yayınlanması konusunda hiçbir şey konuşmadık ki ben şiirimin yayınlanmasını asla istemiyordum. Ama 1952 Haziran’ında Hisar Dergisinde şiiri yayınladılar. Bana yayınlanmasından bahsetmediler. Çok beğenildi şiir. Sonra Hisar’a birkaç şiir daha verdim sonra da vermedim. Çünkü fikirlerime uymayan bir dergiydi sadece edebiyat yapıyorlardı. Şiir yayınlandı elden ele dağıldı.
30 SENE KİMSE ŞİİRİN AKROSTİŞ OLDUĞUNU ANLAMADI…
Şiiri herkes çok beğendi. Ama kimse 30 sene boyunca akrostiş olduğunu fark etmedi. Ben şiirimi kıta olarak yazdığım için kimse anlamamıştı akrostişi.
Bir gün Hisar Dergisi kapanınca, Hisar Dergisini anmak isteyenler bir araya gelmişti Ankara’da. O buluşmada Hisar dergisinin sahibine bir arkadaşı benim şiirim üzerine konuşulurken ‘’o şiir akrostiş’’ demiş. Tabi Hisar’ın sahibi şaşırmış ‘’ya olur mu öyle şey diye’’. Ta 30 yıl sonra tartışmaya başlamışlar.(Gülüyor) Hadi bakalım demişler şiire. Sonra incelemişler akrostişi fark etmişler tabi.
Sonra o dergi sahibi bunu radyo da anlattı ‘’Şiir akrostiştir’’ diye. Tabi bu durum benim kulağıma da çalındı. Ama sanmayın o adam şiiri inceleyip de şiirimin akrostiş olduğunu anladı. Bu olaydan iki hafta önce bir yakın arkadaşıma şiirin akrostiş olduğunu açıklamıştım. O da yakınına paylaşmış. Öyle öyle derken çıktı durum ortaya. Yoksa bir 30 sene daha beklerlerdi şiiri anlamak için.
MUAZZEZ AKKAYA´YA İZİN VERMEDİ
(Monna Rosa’nın hikayesini büyük bir ilgi ile dinliyorduk. Ama bir şeyler eksikti sanki. Arkadaşta bunu fark etmiş olacak ki bir atılganlık daha yapıp ‘’Ama Üstadım..’’ diye söze başladı. Ama Üstad Sezai Karakoç "Ben konuşuyorum. Daha bitmedi.’’ deyip arkadaşımızın soru sormasını engelledi. Soru belliydi aslında yazılanlar çizilenler ve bu şiirin ana karakteri Muazzez Akkaya. Karakoç da anlamıştı sanki bu soruyu ama soru sorulmasına izin vermeden devam etti.)
BİR DAHA BU ŞİİRLE KONUŞMAYACAĞIM
Şiirin akrostiş olduğu çözüldü. Sonra da herkes bir rivayet uydurdu. Şiiri mülkiye de okumuşum da birisi intihar etmiş. Ne şiiri mülkiye de okudum. Ne de birisi intihar etti. Şairinin reddettiği şiir diyorlar.Hepsi uydurma. Birisi benim yüzümden intihar etse ben yaşayabilir miyim? İşte böyle bir daha bu şiirle ilgili hiçbir şey söylemeyeceğim ilk ve son…"
Ne Muazzez Akkaya’nın ismini andı Sezai Karakoç ne de bir aşktan bahsetti. Belki o zihinlerdeki hikâyelerin hepsini yıkıp geçti. Ne nedir bilinmez ama Sezai Karakoç’un dilinden ‘’Monna Rosa’’ böyle…
http://www.haber7.com/haber/20120328/Karakoc-ilk-ve-son-kez-Monna-Rosayi-anlatti.php
MONA Roza şiirinin bende uyandırdığı imaj şuydu:
Yıl 1950´dir. Maraş Lisesi´nden mezun olmuş taşralı duyarlı şair Sezai, Mülkiye´ye girer.
Bu zeki ve mahcup genç, okulun en şımarık ve aldırmaz kızlarından birine, Muazzez´e vurulur.
Ama Muazzez´e açılamaz.
Açılmak ne kelime! Yanına bile yaklaşamaz.
Ve kendini şiire vurur Sezai.
Böylece Türk edebiyatının en dokunaklı aşk şiirleri ortaya çıkar.
Hem de kuşaklar boyu nice taşralı genci acayip hırpalayan damardan şiirler.
Evet, benim Mona Roza´dan anladığım buydu.
Ancak "karakutu.com" sitesinin yayınladığı bu fotoğraf, bendeki imajın küçük çapta da olsa revize edilmesine neden oldu.
Fotoğrafı ilk gördüğümde tepkim şöyle oldu:
"Vay be! Demek ki tanışıyorlarmış."
Fotoğrafı biraz yakından incelediğimde ise gerçeği anladım:
Meğer Sezai Karakoç, o kadar da "çekingen", o kadar da "mahcup" kalmamış Muazzez Akkaya karşısında.
Bu toplu okul fotoğrafında Sezai Karakoç´un, Muazzez Hanım´ın hemen yanı başında yer tutma gayretini ve çabasını görüyoruz.
Buradan benim çıkardığım sonuç şudur:
Sezai Karakoç, ne yapıp edip "Mona Roza" şiirini, bir itiraf olarak Muazzez Akkaya´ya sunmuştur.
Ancak Muazzez Hanım, bu dokunaklı aşk şiirine rağmen Sezai Karakoç´un aşkına karşılık vermemiştir.
Demek ki neymiş:
Kadınların kalplerine girmek, bazen muazzam bir aşk şiiri ile bile mümkün olmuyormuş!
En gizemli Şiir: Mona Roza
MONA Roza "dokunaklı" bir şiirdir.
Çünkü...
Bu şiirde gururlu mu gururlu bir Doğu çocuğunun, içine düştüğü ve kimselere itiraf edemediği bir imkansız aşkın intihara meyilli dizeleri vardır:
"Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza / Henüz dinlemedin benden türküler / Benim aşkım sığmaz öyle her saza / En güzel şarkıyı bir kurşun söyler / Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza."
Mona Roza "gizemli" bir şiirdir. Çünkü...
Bu 14 kıtalık şiirin, kıta başlarındaki harflerin yan yana getirilmesinden "Muazzez Akkaya´m" çıkar.
Ve bu akrostiş nedeniyle tam 56 yıldır edebiyat çevrelerinde "Kim bu Muazzez Akkaya?" sorusu sorulur.
Sezai Karakoç´un ısrarlı ve katı suskunluğu ve yıllardır Muazzez Akkaya ile ilgili sorulara kapalı duruşu nedeniyle soruya cevap verilememişti.
Ama şimdi giz aydınlatıldı.
Muazzez Akkaya, Sezai Karakoç´un sınıf arkadaşıdır.
Sırları çözülmüş bir aşk
BİRİNCİ SIR: Mona Roza şiiri "Mona Roza siyah güller, ak güller / Geyve´nin gülleri ve beyaz yatak" diye başlar. Geyve´nin sırrı ortaya çıktı: Sezai Karakoç´un büyük aşkı Muazzez Akkaya Geyveliymiş.
İKİNCİ SIR: Mona Roza şiiri büyük efsanelere ve tevatürlere de konu oldu. Onlardan biri de Muazzez Akkaya´nın intihar ettiği şeklindeydi. Bu rivayet doğru değil. Çünkü Muazzez Hanım´ın şu anda New York´ta büyük kızı Dr. Ayşegül Giray ile birlikte yaşadığını biliyoruz.
ÜÇÜNCÜ SIR: Sezai Karakoç´un Mona Roza şiirini tamamen platonik duygular içinde yazdığı, Muazzez Akkaya ile hiç tanışmadığı sanılıyordu. Karakoç´un Muazzez Hanım´a açılıp açılmadığını hálá bilmiyoruz ama iki ismin birbiriyle tanıştıkları kesinleşti.
DÖRDÜNCÜ SIR: Muazzez Akkaya´nın durgun ve melankolik bir kadın olduğu sanılırdı. Hayalleri yıkma pahasına kızının tanıklığıyla söyleyelim: Karşımızda neşeli, esprili, hayat dolu bir kadın var.
BEŞİNCİ SIR: Muazzez Akkaya´nın Mülkiye yıllarında uluslararası yarışmalara katılan bir ping pong şampiyonu olduğu bilgisi, Sezai Karakoç´un ünlü "Ping Pong Masası" şiirini anlamlandırmamıza yardımcı oldu.
ALTINCI SIR: Mona Roza şiirinde "Artık inan bana muhacir kızı / Dinle ve kabul et itirafımı" şeklinde iki dize var. Muazzez Akkaya´nın, Geyve´ye sonradan yerleşmiş bir muhacir ailesinin kızı olduğunu bilmem belirtmeye gerek var mı?
İşte o meşhur Mülkiyeli kız
ADI: Muazzez Akkaya...
Kandilli Kız Lisesi´ni "Pekiyi" derecesiyle bitirdi.
1950´de Mülkiye´ye girdi.
Okulun en popüler kızlarındandı.
Baş döndürücü güzellikle ve Grace Kelly tipinde bir kız. Aynı okulda öğrenim gören sınıf arkadaşı şair Sezai Karakoç´u "fırtınalı bir aşk"ın içine sürükledi.
Böylece "Uğruna Türk edebiyatının en gizemli ve en dokunaklı aşk şiirinin yazıldığı kadın" olarak kayıtlara geçti.
Esin kaynağı olduğu Mona Roza şiirinden hiç haberdar olmadı.
Ancak okul günlerinde paltosunun cebinde şairi meçhul şiirler buldu ve bu şiirlerin şairinin sınıf arkadaşı Sezai Karakoç olduğunu bilmedi.
Okulu bitirdikten birkaç yıl sonra Maliye Bakanlığı´nda üst düzey görevler yapan ve geçen yıl hayatını kaybeden Orhan Giray ile evlendi.
Üç çocuğu oldu.
Şu anda büyük kızı Ayşegül Giray ile yaşıyor.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=5749412
Adına Şiirler Yazılan Geyveli: Muazzez Akkaya Çarşamba, 07 Aralık 2011
Adına şiirler yazılan Geyveli Muazzez Akkaya (Giray) ile Röportaj... Son yıllarda adından söz ettiren, gizemli şiirlere konu olan Geyveli Muazzez Akkaya´yı bulduk. İstanbul Fenerbahçe´de yaşamını sürdüren Akkaya, ilk defa kapılarını Geyve.com için açtı... Hakkında iddia edilen tüm konuları bizlerle paylaştı. Türkiye´de ses getirecek bu röportajı geyve.com farkıyla sizlerle paylaşıyoruz...
Muazzez Akkaya´nın aile dostu Geyveli şair Fahri Ersavaş, 4 yıldır konu üzerine araştırma yapan Eşme köyü web sitesi editörü ve yazarımız Şeref Elma öncülüğünde yaptığımız ziyarette Akkaya çarpıcı açıklamalarda bulundu.
... Şimdi en kritik soruları başlayacağız ancak sizi rahatsız etmeden soracağız. Şimdi sınıf arkadaşınız Sezai Bey´le (Karakoç olan şiirle ilgili... Siz bu şiirin farkına ne zaman vardınız? -Ben o şiiri... Yazılmış benim hiç haberim bile yoktu, hatta Altan Öymen´in eşi Aysel bir sınıf aşağıdaydı sanırım. O söyledi ´Sınıfınızda çok güzel şiirler yazan birisi var´ diye. Ben de öyle şiirlerle falan aram yoktur, matematiğe daha ilgiliydim. Derken açığa çıktı. Çok fazla üzerime düştü bilmiyorum, biraz tutku halini aldığı, onunda bu şeye saplanmamasını arzu ederdim. Saplantı haline gelmemesini isterdim... Kendisi bir hayat kursaydı daha mutlu, huzurlu olurdum.
Öğrencilik döneminde ilgisini size hissettirdi mi, yoksa siz bunu daha sonra mı öğrendiniz? -Hissettirdi tabii... Çok şiirler verdi, ne bileyim yazılar verdi, kitaplar verdi, ama yakınlık duyamadım. Kısaca elektrik alamadınız.. -O´nu diyorsanız evet elektrik alamadım. ...
http://www.geyve.com/index.php?option=com_content&task=view&id=6353&Itemid=28
|