My try for the second paragraph ;

Uzak ve bilinmez masal adalarından gelmişe benzeyen süt gibi beyaz martılar etrafımızda uçuşuyorlar, çıkardıkları tatlı ve derin sesleriyle şehirde kalmış, kalabalıktan, uğraşmalardan, hırslardan, kederlerden bunalmış zavallı insanları kendi vatanlarına, gerçekten pek uzak, tenha, sakin yerlere biraz aşk ve şiir tatmak için çağırıyorlardı. Lacivert dalgalar içinde bir masal, bir efsane köşkünü andıran Kızkulesi hayalime dokunuyor, ruhumu, hissimi beyaz ve aydınlık dualarıyla uyutarak aklımdan bütün çevremin, semtimin yankılarını siliyordu. Artık vapurda olduğumu unutuyordum. Ömrümde her gün birkaç şiir okuyan ve düşünen bir adamın, o tuhaf ve hastalıklı hali etrafımı bozuyor, Üsküdar ve Selimiye yakalarındaki evleri, kubbeleri, minareleri, selvileri, hatta koca Tıp Fakültesini ve koca kışlaları silerek hiç görmüyor; onların yerine, alanlarından gümüş ve elmas şelaleler akan, serin gölgelerinde çıplak ve pembe çiftler öpüşen, balta girmemiş çam ve kayın ormanları yapıyordum.

The snow-white sea gulls which look like as if they came from the distant unknown islands of fairy tales,  were flying over us and by their deep and sweet voice they were inviting people to their land. The poor people who had to stay in the city, who are depressed by the  sorrows, rages, crowd, daily struggles. To the lands that are really far, quite and peaceful places.  So that people can have some taste of love and poem. The maiden´s tower -that is resembling to mythical and fabulous place in dark blue waves - was touching onto my dreams and wiping out echoes of my town and my neighbourhood  from my mind by putting my soul and my feeling into asleep with its white and luminous prayers. I reached to a point that I almost forgot I was in a ferry. That  sickly and strange state of a man -who was thinking and reading couple of poems everyday in his life - was spoiling my surroundings. I was in such a state that I was no longer able to see neither the houses in Üsküdar and Selimiye districts, domes, minarets, cypreas trees nor even the massive Medical Faculty and barracks. I wiped them all out of my mind. Instead of them ,I was picturing the virgin beech and pine tree forests wherein naked and pink couples kissing each other under its cool shades and the silver, diamond waterfalls flowing in its squares.

My attempt for the first paragraph;

Aşk Dalgası

VAPUR dopdoluydu. Son düdük öttü. İki yandaki çarklar, dar kafeslerinde birden uyanan alışkın ve müthiş deniz aygırları gibi, hiddetli bir gürültü çıkararak, kımıldandı. Bütün vapur hafifçe sarsıldı. Hava gayet güzeldi. Kadıköy´e gidiyorduk. Sonu leylak renkli sisler içinde eriyen Marmara´nın kubbeli, ince minareli, uzun ve uyumuş ufuklarında, büyük ve beyaz kenarlı bulutlar, parçalanmış köpük dağları halinde yavaş yavaş büyüyor, dağılıyor, toplanıyor, derin çukurlarında, yüksek tepelerinde morluklar, koyu mavilikler birikiyordu. Haziranın yakıcı güneşi, vapurun, dumanlardan ve yağmurdan esmerlenmiş tentelerine düşüyor, bazı duran ve yine birden esmeye başlayan kararsız rüzgârı sanki ılıklaştırıyor, sanki ona sarhoşluk verici, hareket ettiren şuh ve fettan bir şey katıyordu.

===============================================

  THE  LOVE WAVE  

The ferry was jam-packed with people. The final horn was heard. The pedal wheels on both sides which were  just like accustomed and awesome walruses that  woken up suddenly in their small cages,   started to move slowly with making a fierce sound. The entire ferry was rocked gently. The weather was quite nice. We were heading to Kadıköy. 

 By the help of mist the gradually disappearing lila colour horizons of Marmara sea - which were long, sleepy , domed, with thin minarets-  the big and white - edged clouds in  the form of broken foam mountains, were slowly growing,dispersing ,gathering and purple-dark blue spots were piling up in its deep holes and high points. The roasting sun of June was descending on the ferry´s laces which were blackened by the smoke and rain. As if  the roasting sun was chilling of the  indecisive wind which was stopping one minute and blowing the next minute. It was ,as though, giving it the sense of drunkeness and something like seductive and enticing.

and ...?  what do you mean exactly ?

Çok anlamlı bir resim. [ Such a meaningful picture] Aynı zamanda anlamlı bir mesaj taşıyor. [ Also it conveys a meaningful message in it] 

Thanks for sharing it. [ Sağol paylaştığın için.]

      Sakın  üniversitelerinin ismini böyle tercüme etmişler deme ! 

Aile üniversitesi olmuş orası birader. Bu nasıl bi iş? 

I tell you what you look like. You look like you gonna be deleted from this website by admins if you carry on asking silly questions like this.

* There can also be sense of  agreement, hope in some usages of "üzere" ;

 Aynı yerde bir daha buluşmak üzere ayrıldık.

We left each other agreeing to meet again in the same place.

-------------------------------------------------------------------------------------

Görüşmek üzere ! -----> [hoping to ] See you later ! 

                                       [hoping to ] See each other again !

I don´t think so. There is no sense of   possibility or doubt in using "üzere" or " için" but there is sense of condition , purpose ; mesela ;

Bu parayı geri ödemek üzere alıyorum. ----> I am taking this money in condition that I will pay it back.

İngilizce öğrenmek üzere İngiltere´ye gitti. ---> He went to England in order to [for the purpose] learn English.

Ev almak için para biriktiriyorum. ----> I am saving money in order to [to] buy a house.

 ´üzere´  also used as "almost " ,´ about to ´

Vakit bitmek üzere. Biraz çabuk ol.

Time is almost over. Hurry up.

------------------------------------

Kız bugün çok yorgun. Koltukta uyumak üzere.

The girl is very tired today. She is about to sleep on the settee.

------------------------------------

past tense ;

Evden tam çıkmak üzereydim ki komşum geldi.

I was just about to leave home that my neighbour came .